Mehmet Emin Değer'in "Emperyalizmin Tuzağındaki Ülke , Oltadaki Balık Türkiye" kitabından; bu bloga girmiş ,şöyle bir bakmış olan herkesin dikkatini çekmek istediğim, tarih bilincinin uyanmasında ya da kendimize gelmemizde bir ışık yakacak olan bir bölümü paylaşmak isterim, paylaşacağım yazı kitabın belgelerle anlattıklarının çok az bir kısmıdır. Herkesin bu kitabı okuması, okutturması dileği ile.
TÜRKİYE 1977 VE SONRASI
1977 Ağustos başlarında İstanbul'da, İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti'nce,
«Gelişmekte olan ülkelerde Demokrasi Sorunları» konulu bir Panel düzenlendi. Panelde,
Carterin danışmanı olarak tanıtılan, Prof. Rostow, ülkemizin geleceği ile ilgili ilginç
açıklamalarda bulundu. [49]
Prof. Rostow çok iyi bir Türkçe ile yaptığı uzun konuşmasında, «Türk Demokrasisi
ilerde çok olağanüstü durumlarla, hatta ciddi tehlikelerle karşı karşıya gelecektir» der. "Fakat"
diye sürdürür sözlerini... «Fakat Türk demokrasisini güçlendirecek ve sağlayacak kuvvetler
durdurulmaz gibi görülüyor.»
Prof. Rostomun bu çok ilginç sözleri, acaba, çok kesin bir yargıyı mı, ya da verilmiş bir
kararı mı yansıtmaktadır?
Dikkat edilirse Rostow'un, «Türk Demokrasisi ciddi tehlikelerle karşı karşıya gelebilir»
biçiminde bir olasılığı değil; «ciddi tehlikelerle karşı karşıya gelecektir» diyerek, kesin bir
yargıyı belirttiği görülür. Bu sözler üzerinde düşünürken, insan ister istemez, ABD'nin
Carter'dan önceki başkanları ve ilgililerince söylenenleri; örneğin Ford'un «... yardım yoluyla
ilişkili olduğumuz ülkelerin iç ve Dış işlerine karışabiliriz.» deyişini, Dickson Raporu'nu, 12
Mart'a uzanan yoldaki emperyalist etkileri anımsıyor. Ve yine Johnson'un, Honolulu'da,
Güney Vietnam Devlet Başkanı'nı karşılarken yaptığı açıklamalar, 1974 Mart'ında Sisco'nun
M. Ali Birand'a söyledikleri canlanıyor anılarda.
Bu nedenle Rostowun sözleri ve uyarıları üzerinde önemle durmak, iyi
değerlendirmek gerekiyor.
ABD'nin, sözünün ve etkisinin geçerli olduğu ülkeleri etkilemek için bu ülkelerdeki sosyo-politik, (özellikle anti-emperyalist uyanma ve) gelişmeler üzerine, zaman zaman
değişik yöntemlerle uyardığı düşünülürse, Rostow'un sözlerinin bir uyarı, Türkiye'nin yakın
geleceğine ilişkin bazı tasarıların bir ön habercisi olduğu söylenebilir. [50]
1977 yılma umutla giren, genel seçimlerin kara yazgısını ak'a çevirecek bir sonuca
ulaşacağı umuduyla giren Türkiye halkı, 1977 yılının son çeyreğinde tam bir kaos içinde
buldu kendini...
Bu kaostan nasıl ve ne zaman çıkacağımız bilinemiyor ama can güvenliği başta
olmak üzere, işsizlik, hayat pahalılığı ve 2'nci MC'nin, 1'inci MC dönemi savrukluğunun
yarattığı ekonomik bunalıma çare bulmak için aldığı sözde önlemlerin yarattığı ortam, sınıfsal
çelişkiyi giderek herkesin görebileceği biçimde somutlaştırmaktadır.
Ekonomik Çıkmaz
Bugün, içinde çırpındığımız kaos, Türkiye'mizin 1950'lerden günümüze kadar izlediği
kalkınma modelinin iflasını simgeler. 50'lerden sonra emperyalizm; çok uluslu şirketlerle yerli
burjuvazi arasındaki bağlaşmanın sonucu kurulan «Karma Şirketler» yoluyla; ekonomiyi tam
bir denetim altına almış; ülkeyi içine ittiği israf ve tüketim ekonomisiyle sömürmektedir.
Tekelci kapitalizmin ekonomimiz üzerindeki denetimi; ikili anlaşmalarla, ekonominin genel
düzenlenmesi, planlama ve bürokratik etkiler Dışında çarpık sanayimizi de kapsamaktadır.
Emperyalizm'in bu denetimi, «sermaye katılması, kredi yoluyla destekleme, patent hakkı ve
benzeri yollarla kurulmuş olup, gübreden tarım ilaçlarına, traktör, yol yapım araçları, borudan
takım tezgahlarına, şeffaf banttan pile, boya sanayine, mukavvadan motora, kolonyadan
mendile, hesap makinasın-dan fotoğraf malzemesine kadar binlerce tüketim malı, yarı mamul
ve yatırım malında»[51] görülebilir.
ABD emperyalizminin patenini taşıyan bu kalkınma modelinin; (AID Yardımı, Dünya
Bankası, Uluslararası Para Fonu (İMF) kredileri, ve öteki uluslararası emperyalizme bağlı
kuruluşların kredileriyle) kalkınma çabalarının «Küçük Amerika» «Büyük Türkiye» olma
özlemlerinin ulaştığı nokta, işte bu kaostur. Bu sakat yolla kalkınamayacağımızı söyleyenlere
yıllar yılı, komünist, bölücü denildi, kötü gözle bakıldı. Bilimsel gerçeklere uygun kalkınma
yolu önerenlere, «Komünistler Moskova'ya gitsinler» denildi. Yeryüzünde yalnız tüketime
dönük, emperyalizmle ekonomik bütünleşmeye dayanan karma şirketler eliyle kalkınabilmiş,
ürettiğini kendi halkına satarak kalkınabilmiş bir ülke bulunmadığı gerçeği görülmedi.
Görülmektedir ki, çok uluslu şirketlerle işbirliği yapıp, bir ölçüde kendine ayırdığı değerin
büyük bir bölümünü uluslararası şirketlere aktarma, değer aktarımı (ki, gözle görülür biçimde
kâr transferi-tekelci fiat mekanizması ve ucuz işgücü) yoluyla, halkını sömüren yerli ticaret ve
montaj sanayii burjuvazisinin semirmesi ve büyümesine karşın; ekonomi üretken amaca
yönelmediği için, ekonomik gelişme olmamaktadır, olmayacaktır da!..
Bu tür bir modelle, her mahallede bir ya da iki milyoner (belki de milyarderler)
yaratılır
[*]
, ama, bir ülke halkının tüm gereksinmelerini, sosyal adalet ölçüleri içinde
karşılayacak kalkınma olamaz.
Ayrıca bu model, bağlı olduğu kampın, kapitalist sistemin genel bunalımlardan da
etkileneceği ve bunalımları, sömürü düzeninin gereği olarak daha çok yansıtacağı için, sık sık darboğazlara, ekonomik çıkmazlara da girer.
Bu bilimsel gerçek ülkemiz için de geçerlidir. [**]
ABD tipi kalkınma modeli, 1958'lerde, ilk büyük bunalımını yaşamış ve bunu 27 Mayıs
hareketi izlemiştir. 1969-1970 bunalımı ve ekonomiyi kurtarma önlemleri de 12 Mart'la
düğümlenmiştir. Özellikle, 12 Mart döneminde, emperyalizmin denetimi, toprağımıza
ekeceğimiz ürünün seçimine kadar uzanmış, 1973 seçimlerinden sonra Ecevit'in, elverdiği
ölçüde bağımsız bir politika izleme girişimi, ambargo ile sonuçlanmış, kapitalist blokun, petrol
fiatlarına yapılan zam sorunuyla artan yeni bunalımına, MC'nin savruk ekonomi politikası da
eklenince, 1958 ve 1970'lerden daha ağır bir bunalıma atmıştır ülkeyi.
İşte Rustow, tam bu ortamda konuşmuş, demokrasimizin geleceği ile ilgili kesin
yargısını açıklamıştır.
Latin Amerika Gibi
ABD, benzer bir kalkınma modelini, 1958'lere kadar Latin Amerika'da uygulamıştır.
Ancak, bu uygulamadan o ülkeler halkı değil, o ülkelerin ticaret ve sanayi burjuvazisi kârlı
çıkmış, «bunlar sağladıkları kârları, ekonomik açıdan verimli yatırımlara yatıracaklarına, ya
verimsiz tüketim alanlarına yatırmışlar ya da yurtdışına transfer etmişlerdir.» [52]
Böylece, egemen sınıfların emperyalizmle işbirliği içinde, uyguladıkları yöntemin,
Latin Amerika ülkelerinin kalkınmalarını sağlayamayacağı belli olmuş ve 1958'lerde başlayan
gizli bir durgunluk aşamasına girilmiştir. Modelinin Latin Amerika'daki başarısızlığı
emperyalizmi yeni yöntemler aramaya itmiştir.
Daha sonra, biçimsel yönden değişik, fakat özünde emperyalizmin sömürü ilkesine
dayalı bir yöntemle, «Kalkınma İçin İşbirliği Programı» yürürlüğe konulmuşsa da, sonucu
etkili olmamış, emperyalist (kapitalist) sistemin sürekli hastalığı sonucu birbirini izleyen
bunalımlarla sınıf çelişkisi daha keskin ve belirgin boyutlarla ortaya çıkmıştır. İç çelişkilerin
sınıfsal bilinci uyarması ve yığınların sömürü düzenine karşı çıkmaya başlamasıyla, Latin
Amerika'daki devrimci çabalar şehir ve kır gerillası tipi savaşıma dönmüştür.
İşte bu noktada, uluslararası tekelci kapitalizm ile bütünleşen, yerli burjuvazi,
çıkarlarını korumak için, emperyalizm ile ekonomik, ideolojik, politik ve hatta askeri güç
yönünden tam bir işbirliğine girmiştir. Bu arada, ABD'nin gerilla tipi devrimci savaşımlara
karşı, bunları önlemek için Kontr-Gerilla (Özel Savaş) teorileri geliştirdiği, ve bu teorinin
pratiğini, Latin Amerika'da uygulamaya konulduğu görülmektedir. 1960'lar ve sonrası Latin
Amerika'da görülen askeri darbeler, hür dünyanın sözde özgürlük ve demokrasi havarisi
ABD'nin, kimi kez doğrudan kimi kez de dolaylı yardımlarıyla gerçekleşmiştir. ABD, Latin
Amerika'da, kendi ülkelerini istila etmiş olan Silahlı Kuvvetlerin kurduğu askeri hükümetleri
besler ve destekler. ABD'nin geliştirdiği kurama göre Silahlı Kuvvetler demokrasiyi
korumaktadır. Özel girişimi, emperyalizmin çıkarına hizmet eden, halkının uyanmasını,
düşünce, eylem ve örgütlenme özgürlüğünü boğan burjuva demokrasisini!.. Böylece, Silahlı
Kuvvetler devlet yapısı içinde bilimsel tanımlama" doğrultusunda yerini alırken, sömürü çarkı
daha rahat işlemektedir.
Türkiye'nin Geleceği
Türkiye ,1975'lerde başlayan ekonomik darboğazlarda, zamanında gerekli önlemler
alınamadığı için, 1977'lerde daha çok sıkışmış, işbirlikçi yerli burjuvazi, geç de olsa,
bunalımdan çıkışın yollarını aramaya başlamıştır. Ancak alınan önlemler sonucu, bunalımın
faturası her zaman olduğu gibi, emekçi halk yığınlarına ödetilecektir. Görülen odur ki, ilk kez
bunalım daha kesin sonuçlara ulaşacak, sosyal uyanış yığınların siyasal bilincini artıracaktır.
Sosyal uyanış ve ekonomik bunalımlar, giderek, sınıfsal çelişkiyi daha çok belirleyecek; işçi sınıfının ve emekçi halk yığınlarının sömürüyü önleme çabaları ve
ekonomiye katkıları oranında, ulusal gelirden pay istemeleri sonucunu doğuracaktır. Bu
sonuç, egemen çevrelerin çıkarına karşı olduğu için, ülkemiz yeni bir siyasal bunalıma
sokularak, rejimi, demokrasiyi korumak, daha da öte kurtarmak adı altında, oyunlar
sahnelenebilir. Ülkemiz ve öteki geri bıraktırılmış ve ABD sözünün geçtiği ülkelerdeki geçmiş
deneyler, bizi böyle bir yoruma götürmektedir.
Profesör Rostow'un sözlerini bu açıdan değerlendiriyoruz.
Carterin temsilcisi olarak, «Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Demokrasi Sorunları» panelinde konuşan Rustow, ülkemizdeki durumu yorumlarken sorduğu, «kendi aralarında uyumu olmayan partilerin kurduğu hükümetlerin, Dış borçları çığ gibi büyüyen bir istikrarsızlık lüksüyle nasıl başa çıkabileceği» sorusunun yanıtını hemen vermekte, ve «Türk Demokrasisinin çok olağanüstü ciddi tehlikelerle karşı karşıya geleceğini» söylemektedir. Rostow’un işaretlediği tehlikeler, «Dış borçların ve ekonomik istikrarsızlığın» yaratacağı bunalım sonucu, sosyal uyanışın sınıfsal çelişkiyi daha çok keskinleştireceği gerçeğidir. Rustow, bu çelişkiyi ve uyanışı tehlikeli bulmaktadır, anlaşılan.
Rustow, bu gerçeği vurguladıktan sonra, demokrasinin karşılaşacağı bu olağanüstü durum ve tehlikeler karşısında, «Demokrasiyi güçlendirecek ve sağlayacak kuvvetlerin durdurulamayacağını» da belirtmektedir.
Rostow’un söylediği, «demokrasiyi güçlendirecek ve sağlayacak kuvvetler» nelerdir acaba? ABD tipi demokrasinin, özel girişime, emperyalizmle bütünleşmiş işbirlikçi burjuvaziye dayandığı, az gelişmiş ülkelerdeki rejim bunalımlarına Silahlı Kuvvetler'in denetiminde (bizde 12 Mart, Şili'de 11 Eylül 1973 ve Latin Amerika ülkelerindeki örneklere bakarak) çözümler aradığı düşünülürse, Rostow'un neleri işaretlediği anlaşılır.
Rostow'a göre, ayaklanma kuramı doğrultusunda halkın uyanması, işçi sınıfının bilinçlenmesi tehlikelidir. Bu tehlikeden kurtuluşun yolu, demokrasiyi kurtaracak güçlerin işe el atmasından geçer! Rustow bunu söylüyor.
Bu yolla belki işbirlikçi burjuvazi büyüyebilir ve emperyalizm yararlanır ama, bunalımlar birbirini izlerler!..
Türkiye'mizin içine itildiği bunalımdan, halk yığınlarının ve işçi sınıfının, bilimsel değerleri kendisine kılavuz seçerek çıkmasını, 12 Mart öncesi provokasyonlara gelinmemesini; tüm demokratik örgüt ve güçlerin oynanmak istenen yeni oyunlara gelmeyecek bir tutum içinde olmalarım beklemek, Türk Devrimi'nin bunalımlı yıllarının son bulmasını isteyenlerin hakkı olduğu inancındayız.
Cumhuriyet Gazetesi Ankara, 20 Eylül 1977
( Yazı Mehmet Emin Değer'in "Emperyalizmin Tuzağındaki Ülke , Oltadaki Balık Türkiye" kitabının 402sf alıntıdır )
Dipnotlar
49 Cumhuriyet Gazetesi, 4 Ağustos 1977.
50 Allende'nin 1970 seçimlerini kazanması üzerine, Chicago'da yapılan gizli toplantıda, Ailende deneyimin, ABD'nin sözünün geçerli olduğu ülkeler için disiplinsizlik örneği sayılacağı ileri sürülerek, «bu deney Batı demokrasilerine, özellikle, İtalya ve Fransa'ya kötü örnek olacaktır. Şili deneyimini kesinlikle durdurmak gerekir» kararına varıldığı halde, Kissinger, bu kararı şu sözlerle gizlemişti: «Durumu dikkatle izliyoruz, fakat bu anda, büyük bir Kuzey Amerika etkisini sağlayacak nitelikte değildir.» Aslında' bu sözlerin bir başka anlamı şu idi: Günü geldiğinde gerekli girişimde bulunulacak. Kuzey Amerika'nın etkisi görülecektir. Gerçekten de öyle olmuş gizli toplantıda alınan karar 11 Eylül 1973 günü uygulanmıştır.
51 Tekelci Sermaye ile İç İçe, Tüm İktisatçılar Birliği Yayınlan, No 8 sayfa 40.
* Türk parasının değer yitirmesi sonucu bugün Türkiye'nin %90'nı nerdeyse milyoner sayılır. Ama bu %90’nın %70'i yoksuldur.
** 1979 yılında içinde çırpındığımız ve daha da ağırlaşan bunalım, sistemin doğal sonucudur. Bunalımdan çıkışın yolu sistem değişikliğinden geçer.
52 Latin Amerika'da Devrim, s.38. 268
Profesör Rostow'un sözlerini bu açıdan değerlendiriyoruz.
Carterin temsilcisi olarak, «Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Demokrasi Sorunları» panelinde konuşan Rustow, ülkemizdeki durumu yorumlarken sorduğu, «kendi aralarında uyumu olmayan partilerin kurduğu hükümetlerin, Dış borçları çığ gibi büyüyen bir istikrarsızlık lüksüyle nasıl başa çıkabileceği» sorusunun yanıtını hemen vermekte, ve «Türk Demokrasisinin çok olağanüstü ciddi tehlikelerle karşı karşıya geleceğini» söylemektedir. Rostow’un işaretlediği tehlikeler, «Dış borçların ve ekonomik istikrarsızlığın» yaratacağı bunalım sonucu, sosyal uyanışın sınıfsal çelişkiyi daha çok keskinleştireceği gerçeğidir. Rustow, bu çelişkiyi ve uyanışı tehlikeli bulmaktadır, anlaşılan.
Rustow, bu gerçeği vurguladıktan sonra, demokrasinin karşılaşacağı bu olağanüstü durum ve tehlikeler karşısında, «Demokrasiyi güçlendirecek ve sağlayacak kuvvetlerin durdurulamayacağını» da belirtmektedir.
Rostow’un söylediği, «demokrasiyi güçlendirecek ve sağlayacak kuvvetler» nelerdir acaba? ABD tipi demokrasinin, özel girişime, emperyalizmle bütünleşmiş işbirlikçi burjuvaziye dayandığı, az gelişmiş ülkelerdeki rejim bunalımlarına Silahlı Kuvvetler'in denetiminde (bizde 12 Mart, Şili'de 11 Eylül 1973 ve Latin Amerika ülkelerindeki örneklere bakarak) çözümler aradığı düşünülürse, Rostow'un neleri işaretlediği anlaşılır.
Rostow'a göre, ayaklanma kuramı doğrultusunda halkın uyanması, işçi sınıfının bilinçlenmesi tehlikelidir. Bu tehlikeden kurtuluşun yolu, demokrasiyi kurtaracak güçlerin işe el atmasından geçer! Rustow bunu söylüyor.
Bu yolla belki işbirlikçi burjuvazi büyüyebilir ve emperyalizm yararlanır ama, bunalımlar birbirini izlerler!..
Türkiye'mizin içine itildiği bunalımdan, halk yığınlarının ve işçi sınıfının, bilimsel değerleri kendisine kılavuz seçerek çıkmasını, 12 Mart öncesi provokasyonlara gelinmemesini; tüm demokratik örgüt ve güçlerin oynanmak istenen yeni oyunlara gelmeyecek bir tutum içinde olmalarım beklemek, Türk Devrimi'nin bunalımlı yıllarının son bulmasını isteyenlerin hakkı olduğu inancındayız.
Cumhuriyet Gazetesi Ankara, 20 Eylül 1977
( Yazı Mehmet Emin Değer'in "Emperyalizmin Tuzağındaki Ülke , Oltadaki Balık Türkiye" kitabının 402sf alıntıdır )
Dipnotlar
49 Cumhuriyet Gazetesi, 4 Ağustos 1977.
50 Allende'nin 1970 seçimlerini kazanması üzerine, Chicago'da yapılan gizli toplantıda, Ailende deneyimin, ABD'nin sözünün geçerli olduğu ülkeler için disiplinsizlik örneği sayılacağı ileri sürülerek, «bu deney Batı demokrasilerine, özellikle, İtalya ve Fransa'ya kötü örnek olacaktır. Şili deneyimini kesinlikle durdurmak gerekir» kararına varıldığı halde, Kissinger, bu kararı şu sözlerle gizlemişti: «Durumu dikkatle izliyoruz, fakat bu anda, büyük bir Kuzey Amerika etkisini sağlayacak nitelikte değildir.» Aslında' bu sözlerin bir başka anlamı şu idi: Günü geldiğinde gerekli girişimde bulunulacak. Kuzey Amerika'nın etkisi görülecektir. Gerçekten de öyle olmuş gizli toplantıda alınan karar 11 Eylül 1973 günü uygulanmıştır.
51 Tekelci Sermaye ile İç İçe, Tüm İktisatçılar Birliği Yayınlan, No 8 sayfa 40.
* Türk parasının değer yitirmesi sonucu bugün Türkiye'nin %90'nı nerdeyse milyoner sayılır. Ama bu %90’nın %70'i yoksuldur.
** 1979 yılında içinde çırpındığımız ve daha da ağırlaşan bunalım, sistemin doğal sonucudur. Bunalımdan çıkışın yolu sistem değişikliğinden geçer.
52 Latin Amerika'da Devrim, s.38. 268
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder